MUŞ’UN GENÇLERİ SİLKELENİN

Her şehir farklı bir medeniyetin aynasıdır. O şehir insanlarının birikimini, kültürünü ve hayallerini taşır. Büyük ya da küçük, her şehir kendine özgü bir hikâye anlatır. Ancak bazı şehirler, özellikle küçük olanlar, potansiyellerine rağmen bir türlü kanatlanamaz. Gelişmişlikten uzak kalır, modern dünyanın ritmine ayak uyduramaz. Peki, bu geri kalmışlığın ardında yatan sebepler nedir? 

 

 

Cevap, aslında herkesin bildiği ama kendi penceresinden bakarak susmayı tercih ettiği, yüksek sesle söylemekten çekindiği liyakatsizlik ve aşiretçilik gibi toplumsal hastalıklarda saklıdır.

 

Muş, “Anadolu’nun kadim topraklarından birinde, tarih ve doğanın kucaklaştığı bir şehir.” Ancak bu güzel coğrafya, bugün sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan Türkiye’nin en az gelişmiş illerinden biri olarak anılıyor, dersek sanırım buna kimse itiraz etmez. 

 

“Potansiyelinin” gölgesinde kaybolan Muş, genç nüfusunun enerjisinden, verimli ovalarından ve zengin tarihinden hak ettiği faydayı sağlayabiliyor mu? Bu şehir neden bir türlü modern ve gelişmiş dünyaya ayak uyduramıyor? 

 

Sorduğum soruya yine ben cevap verecek olursam, derinlere kök salmış yapısal sorunlar derim. 

 

İş imkanlarının kıtlığı, tarım ve hayvancılığın çöküşü, liyakatsizlik, aşiretçilik, yandaşlık kültürü ve ideolojik körlüğü listenin en tepesine yerleştiririm. 

 

 

Muş’un en büyük zenginliklerinden biri, genç ve dinamik nüfusu. Ancak bu potansiyel, iş imkanlarının azlığı nedeniyle heba oluyor. Gençler, ya düşük ücretli, geçici işlere mahkum kalıyor ya da gelecek kaygısı nedeniyle umutsuz bir biçimde çareyi göç etmekte buluyor. İstanbul, Bursa, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlere ya da yurtdışına yönelen bu beyin ve iş gücü göçü, Muş’u her geçen gün daha da yalnızlaştırıyor. Şehirde kalanlar ise karamsar bir ruh hali içerisinde umutsuzlukla mücadele ediyor. Ne yazık ki, bu tabloyu tersine çevirecek bir ekonomik vizyon ya da yatırım ufukta görünmüyor. Aksini iddia eden varsa hep birlikte kendisini dinlemeye hazırız! 

 

Muş Ovası, bir zamanlar “bereketin simgesiydi.” Şeker pancarı, buğday, tütün çiftçilerin başlıca geçim kaynağıydı. Ancak bugün bu verimli topraklar, adeta kaderine terk edilmiş durumda. Küçük çaplı üretimler ne şehrin ekonomisine yeterli katkıyı sağlıyor, ne de çiftçinin ektiğinin karşılığını almasına yetiyor. Maliyetlerin fazlalığından söz etmeye bile gerek yok.

 

Ancak Muş’un asıl çıkmazı, sosyal ve kültürel dokusuna sinmiş yapısal sorunlarda yatıyor. Aşiretçilik, şehrin hem yönetiminde hem de günlük yaşamında adeta zehirli bir sarmaşık gibi her geçen büyüyor. Kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve hatta siyasi partiler, liyakatten uzak, aşiret bağlarına ya da yandaşlığa dayalı bir anlayışla dizayn ediliyor. Yetkinlik yerine sadakat, uzmanlık yerine tanıdıklık ön planda tutuluyor. Bu çarpık düzen, şehirde adil bir rekabet ortamının oluşmasını engelliyor. Her kesim, kendi çevresini kollama, “bizim adamları” bir yerlere getirme telaşında. Bu anlayış, sadece kaynakların yanlış kullanılmasını değil, aynı zamanda toplumsal güvenin yerle bir olmasına, liyakatli ve gerçek hak sahiplerinin de umutsuzlukla sindirilmesi durumunu beraberinde getiriyor.

 

Liyakatsizliğin bu denli kök saldığı bir şehirde, yenilikçi fikirlerin, çağdaş beyinlerden yeşerebilmesi mümkün mü? Modern dünyaya uyum sağlamak, ancak açık fikirli, vizyoner ve yetkin bireylerin öncülüğünde mümkün değil mi? Oysa Muş’ta, yetkinlik yerine sadakat ödüllendiriliyor mu? En sadık olan, “en çok kazanmıyor mu?”

 

Bu durum, şehir yönetiminden eğitime, ekonomiden kültürel faaliyetlere kadar her alanda bir kısır döngü yaratıyor mu? Gençler, kendilerini geliştirmek için fırsat bulamıyor; insanlar “adam kayırmacılığın” duvarlarına çarpıyor; toplum, değişime direnen dar bir zihniyetin pençeleri arasında adeta yok olup gidiyor.

 

Liyakat esaslı bir yönetim anlayışı, şeffaf kurumlar ve eşitlikçi bir sosyal düzen. Aşiretçilik ve yandaşlık yerine, ortak akıl ve şehir çıkarlarını ön planda tutan bir anlayışı istemek ütopik bir hayal! 

 

Muş Ovasını modern tarım teknikleriyle yeniden canlandırmak, gençler için istihdam yaratacak yatırımlar, eğitim ve kültür alanında kapsayıcı projelerin hayata geçmesini istemek!.. 

 

Bu yazdıklarıma ben bile inanamadığım için cümlemi yarıda bıraktım!.. 

 

Muş’un temel sorunu, sadece kaynak eksikliği değil, zihniyet ve cehalet meselesidir.

 

Muş, bu zihniyet ve cehalet meselesinden kaynaklı kendi içinde sıkışmış bir şehir. Bu kısır döngü kırılmadıkça, “ne gençlerin enerjisi ne ovanın bereketi ne de tarihin mirası (Malazgirt) bu şehri kurtarabilir. 

Muş’un geleceği, liyakati, adaleti, vizyonu, çağdaşlığı ve modern bir dünya düzenini seçip seçmeyeceğine bağlı. 

 

Aksi takdirde bu şehir, gelişmenin sadece hayalini kurmaya devam edecek, gençler cebinde bazan bir çay parası bile olmadan şehrin betona haps edilmiş sokaklarında heder olan birer ihtiyar olmayı umutsuzluk içinde bekleyecekler!..

 

ÇANGA