KENDİ TARAFTARINI KAYBETMEK
Çok sevdiğim bir yazarın en ciddi tavsiyelerinden biriydi; bir yazıya asla alıntıyla başlamayın, diyordu bir yazısında.
Kelimeleri büyüleyici bir akış içerisinde kullanabilmesi kadar cesareti de beni çok etkiliyordu. Okuduğum her yazısında “ben yazsam, duygularımı kelimelere bu satırlarla aktarırdım.” diyordum.
Onun kadar cesur olmaya çabaladığım zamanlar oldu ama hiçbir zaman onun kadar iyi bir yazar olamadım. Bu konuda üzgün değilim. O harika cümlelerle, insanın ruhunu tesiri altına alan yazıları yazamayan bir tek ben değildim. Milyonlarca ortağım vardı ve bu konuda beni hiç yalnız bırakmamışlardı.
“Cesur ve dürüst insanlar kendi taraftarını da kaybetmeyi göze alacak kadar onurlu ve erdemlidir. Bu bizim gibi ülkelerde çok az rastlanır bir özelliktir, karşı kampla dövüşecek cesur adamlar her zaman bulunur ama kendi taraftarını kaybetmeyi göze alacak adam çok az çıkar.” diyordu.
Toplumu ve içinde yaşamak durumunda kaldığımız şehri tek bir paragrafda özetliyordu.
“Kendi taraftarını kaybetmek…”
Bu şehirde ve aslında ülkenin tamamında her kesimden, herkes, her zaman, her şeyi çok net bir biçimde biliyordu, bilmeye de devam ediyor. Ancak karşı kampla dövüşecek kadar “cesur, şövalye ruhlu”insanlar, iş kendi “taraftarını kaybetme olasılığı” ortaya çıkınca korkak birer sürüngene dönüşüyor, o cesur ve heybetiyle cühela şürekasını” hipnoz eden, etrafına ışıklar saçtığı düşünülen adamlar ve kadınlar bazen, hatta çoğunlukla dillerini yutuyorlardı.
Doğruyu konuşmamak, olanı söyleme cesaretine ve erdemine sahip olmamanın utanç izlerini hiçbirinin yüzünde, hiçbir zaman göremezsiniz.
Hiçbiri, hiçbir zaman “doğruyu” konuşmadı, konuşamayacak!..
Ülkeleri, şehirleri, partileri, kurumları, bürokratları, hatta vatandaşları ile ilgili düşüncelerini açıkça ifade edemeyecekler.
Başlarını belaya sokmayacak kadar akıllı, gerçek düşüncelerini başbaşa konuşmalara saklayacak kadar “sivri zekalı” olacak. Açıkça ve dürüstçe fikirlerini dile getirenleri “aptal bulacaklar!
Bu şehir, bu düşünce yapısında olan “…” insanların çoğunlukta olmasından kaynaklı bu halde.
Onlarca, yüzlerce haksızlık, hukuksuzluk yapılıyor. İnsanların hakları ellerinden alınıp, bir başkasına rahatlıkla verilebiliyor. Bunu, her kesim gücü eline aldığında rahatlıkla yapabiliyor, yapmaya da devam edecek.
Çünkü toplumun “en ahlaklı ve dürüst”geçinen kesimi dahi “kendi taraftarını kaybetmeyi” göze alacak kadar cesur ve ahlaklı olamıyor.
Onlardan düşmanlarının bile saygısını kazanan savaş meydanındaki Aşil’in asaletini beklemiyorum elbette. Ancak Hector olmaya da gerek yok!..
Sonunda herkesin sonsuzluğa karışacağı hayat… Birçoğu cümle dahi kuramayan siyasiler… Kurabildikleri cümlelerin tamamına yakını yalan olan siyasileri çıkar uğruna savunan birçok ahlak yoksunu…
Uğradıkları haksızlıklar karşısında “Başıma daha kötüsü gelmesin” kaygısı ile susan ve onları başkalarının savunmasını bekleyecek kadar aciz bürokrat ve insanlar…
Edebiyatı çok severim, ancak delirmiş olma ihtimalimden olsa gerek aklımı, fikrimi memleket meselelerine takmış durumdayım. Edebi bir yazıya giriş yapar gibi başladığım yazıyı Sağlık Müdürünün görevden alınması, sonrasında Muş Devlet Hastanesi Başhekimi ve yardımcılarının da “istifası” ile bitiriyorum.
Ben de tüm Muş halkı da görevden alındıklarını düşünüyoruz ama onlar “istifa ettik” diyecekler.
Ne onlar çıkıp “bizi görevden aldılar” diyecek kadar cesur, ne de bu toplum hakkaniyet adına “kendi taraftarını” kaybetmeyi göze alacak kadar ahlaklı olacak!..