İNŞAAT EMEKÇİLERİ

Nasıl ki acıdan geçmeyen her insan biraz eksikse, hayatın arka bahçelerini sorgulamayan herkes istisnasız biraz eksik.

 

Hayatımızı robotların yönlendirdiği içine düştüğümüz bu teknoloji çağında insan gücünün olmazsa olmazı hatta sadece beden gücü gereken sayılı sektörlerden birisi de inşaat sektörü.

 

İnşaat işçisinin bir emek işçisi olduğunu asla göz ardı edemeyiz. Yerin metrelerce altındaki bir kömür madeninde her ne kadar makineler asansörler vs. cihazlar kullanılıyor olsa da insan gücünün makinelerden yani teknolojiden önde olduğundan, yerin üzerinde de yaz aylarının bilmem kaç derece sıcağında, kış aylarının eksilerinde deyim yerindeyse karınca gibi durmaksızın çalışan inşaat işçilerinin bilek gücü bir madencinin bilek gücü kadar kıymetli.

 

Bugün bu yazımı hazırlamak için bir grup inşaat işçisi ile yaptığım röportajımda, hazırlamış olduğum sorularımın aksine tahmin edemeyeceğim cevaplar aldığımda yüzeysel görüp geçtiğimiz istisnasız her var oluşun aslında bir emeğe dayandığını nasılda görmezden geldiğimiz oldu. Tıpkı bir parkın, bahçenin içindeki rengarenk çiçekleri izleyerek giderken onların tohum halini, toprağa nasıl düştüğünü, hangi bakımlardan sonra gün yüzüne rengarenk çiçekler olarak geldiklerini düşünmeden her ne kadar görseli içimizi ferahlatsa da belki küçük bir dokunuşla ya da sadece izleyerek geçtiğimiz gerçeği gibi, kısa sürede küçük bir şehri andıran siteleri ve yapımı devam eden inşaatları da aynı duyarsızlıkla sanki bir anda kendi kendine var olmuş gibi seyrederken  aslında onlarca yüzlerce binlerce  işçinin tırnağı ile kuyu kazıyarak, yüzü gözü toz toprak içinde kalmış emekçilerimizin bilek gücünü göz ardı etmek ne yazık ki biz insanoğlunun duyarsızlığı.

 

Mimarından mühendisine, İnşaat tahmincisinden (ki, bu adı ilk kez duydum) bina yetkililerine, proje yöneticisi, şantiye şefleri, yapı  müfettişi, betoncusundan duvar ustasına, tesisatından çelik sabitleyicisine ve daha sayamadığım ustalardan, iş makinelerinden sorumlu kıymetli operatörlerine varıncaya kadar her biri ayrı bir tecrübeli elden geçen ve artık günümüzde bir yıl kadar kısa bir sürede boş arazilerin üzerine kurulan neredeyse bir şehir büyüklüğündeki  yapıların arka planlarında işte o çıplak gözle göremediğimiz inşaat işçilerinin emeği, bilek gücü saklıdır. Ülkemizin hemen hemen her yerinden taşeron firmalar tarafından getirilen emekçilerimizin, yemek, barınma gibi ihtiyaçları da inşaat firması tarafından karşılanırken her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de bunu dile getirmekten nefret ediyorum ama bilinen bir gerçeği sus pus ederek örtemeyiz. Maalesef ki, taşerondan taşerona değişen oynak yevmiyeler işçilerin emeğine limon sıkıyor. Genel olarak işlerinden ve işverenlerinden memnun olduklarını söyleyen inşaat işçileri, ekmeklerinden olma endişesi ile çekinerek cevaplıyorlar sorularımı.

 

2500 3000tl arası günlük yevmiye teklif etmelerine rağmen bile inşaat işçisi bulamıyoruz diye meydanlarda, medyalarda bas bas bağıran kodamanların neyi neye göre abarttıklarını anlamamış olsam da inşaat işçilerine böyle bir teklif duyup duymadıklarını sorduğumuzda soğuk bir şaka gibi gelen aslı astarı olmayan devasa ücrete gece gündüz mola vermeden çalışacaklarını söylüyorlar. Kadının yaşı, erkeğin maaşı sorulmazmış ama röportajı tamamlamak adına maaşlarını sormadan geçmek istemedim.  Yedi ayrı emekçiye sorduğumda yedi aynı cevap açıkçası beni ikna etti. Emekçi insanlarımızın dürüstlüğünü dobralığını seviyorum. Parasını saymakla bitiremeyen kodamanların acıkmamak için tuvalete gitmediklerini biliyoruz ve genelde acınası bir şekilde açlıktan yokluktan bütün sektörlerin iflasından bahsederlerken neredeyse cebine üç beş lira para sıkıştırası geliyor insanın.

 

Ekmeğini alın teri, bilek gücü ile kazanalar arasındaki farkı görmemek için kör olmak gerekiyor. Yevmiyelerini aylık olarak alan inşaat işçileri yaptıkları işin seviyesine göre 18bin ila 20bin arasında aldıkları ücretten şimdilik memnunlar. Tabii maşı güne böldüğümüzde 650 ile 700 TL arası bir miktara denk geldiğini, memleketlerinde bakmakla yükümlü oldukları aileleri bir de okula giden çocuk olduğunu düşündüğümüzde içimizi acıtan bir gerçek çöp gibi gözümüze batıyor. İnşaat emekçilerimizin işverenlerinden talebi, inişi değil ama çıkışı tutulamayan kurların hesaplanarak gider tablosu çıkarılması ve onların da arkalarında bıraktıkları bir ailelerinin olduğu gerçeğinin göz ardı edilmemesi. Elçiye zeval olmazmış. Kıymetli zamanları ayırıp görüş ve düşüncelerini bizimle paylaşan inşaat emekçilerimizin canlarını sıkan bir gerçeği de aktarmak istedim. İnşaat sektöründe işçi vasfı ile çalışan emekçiler için “nitelik gerektirmeyen iş” olarak tabir edilmesi. Nitelikten önce, beden gücü gerektiren ve kaldı ki bir ustanın bile eksikliği ile tamamlanamayan bu sektörde nitelikli işlerin aksine, esnek çalışma gibi bir imkânın olmaması, ya da makine gücünün yetişemediği bilinen bir gerçek.  Ekmeğinin hatırına mesleğine sıkıca sarılan ve azimle disiplinle sabahın erken saatlerinden mesai bitimine kadar ter döken inşaat emekçilerimizi yerinde görüp, çalışırken izledikten sonra röportajıma destek olmalarını rica ettiğimde şantiyelerine gidip üzerlerini değiştirip ellerini yüzlerini yıkadıktan sonra gelmeleri de insana verdikleri saygının nişanesidir. Hazırladığım her yazımın ön araştırmasını yaparken aslında ne kadar eksik yaşadığımızın bir kez daha farkına varıyorum. Muhtemelen bu araştırmamdan sonra herhangi bir inşaat alanı gördüğümde inşaatın kendisinden çok içinde çalışan emekçilerimizi göreceğimi biliyorum.