Önceki köşe yazımda, Muş’ta kadın olmanın tarihsel süreçteki zorluklarını ve günümüzde kadınların karşılaştığı engelleri ele almıştım. Gelen bazı tepkiler, yazının Muş’u kötü göstermek amacıyla yazıldığı, kadınların bahsedilen zorlukları yaşamadığı ve kadının iş hayatına katılımının boşanma oranlarını artırıp doğum oranlarını düşürdüğü yönündeydi. Bu eleştirileri dikkatlice değerlendirdim ve konunun çok daha derin bir boyut içerdiğini bir kez daha fark ettim.
Öncelikle, Muş’ta yaşamıyor olmam, Muş’taki kadınların sorunlarıyla ilgilenmeyeceğim anlamına gelmez. Bir insanın yaşadığı yer, o bölgedeki toplumsal konular hakkında fikir beyan etmesine engel değildir. Dahası, ben yalnızca bu köşe yazısıyla değil, geçmişte de kadın hakları savunuculuğu alanında pek çok faaliyette bulundum. Avrupa Birliği projelerinden sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalarına kadar birçok farklı platformda kadınların güçlenmesi için çaba sarf ettim. Dolayısıyla, kadın haklarını savunmak benim için günübirlik bir mesele değil, yıllardır süregelen bir mücadeledir.
Gelelim bana yöneltilen dini referanslı eleştirilere... İslam, kadına büyük değer veren ve onu ekonomik, sosyal ve hukuki açılardan güvence altına alan bir dindir. Hz. Hatice, İslam’ın ilk yıllarında hem başarılı bir tüccar hem de Peygamber Efendimizin en büyük destekçilerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Kadınların ticaret yapması, çalışması ve topluma katkı sağlaması, İslam tarafından yasaklanmadığı gibi, teşvik edilen bir durumdur. Nitekim, İslam hukuku kadına mülkiyet hakkı tanımış, kendi kazancını özgürce yönetme yetkisi vermiş ve çalışma hayatına katılımını kısıtlamamıştır.
Kadınların çalışma hayatına katılımının boşanma oranlarını artırdığı ve doğum oranlarını düşürdüğü iddialarına gelince… Toplumlar değişir ve gelişir. Kadınların ekonomik bağımsızlık kazanması, kendi hayatlarına dair daha fazla söz sahibi olmaları anlamına gelir. Elbette bu, bazı geleneksel yapıların sorgulanmasını ve dönüşmesini de beraberinde getirir. Ancak güçlü kadınlar, güçlü aileler ve güçlü toplumlar demektir. Bir toplumun ilerlemesi, kadınlarının da gelişmesiyle mümkündür. Kadınların eğitime, istihdama ve sosyal hayata katılımının, aile yapısını doğrudan tehdit ettiğini söylemek yerine, bu değişimlere nasıl uyum sağlayabileceğimizi konuşmalıyız.
Kadınların güçlenmesi, ne bireyler ne de toplum için bir tehdit değildir; aksine, sosyal refahı artıran, adaleti ve dengeyi sağlayan bir süreçtir. Kadınların ekonomik ve sosyal olarak daha güçlü hale gelmesi, onların annelik ve aile içindeki rollerini değersizleştirmez. Tam aksine, daha bilinçli bireyler yetiştiren, daha mutlu ve sağlıklı nesillerin oluşmasını sağlar. Kadının yalnızca annelik rolüyle tanımlanması, onun sahip olduğu diğer potansiyelleri göz ardı etmek anlamına gelir.
Özetle, kadınların hak mücadelesi bir toplumu zayıflatmaz, aksine onu daha adil ve güçlü kılar. Muş gibi geleneksel yapıların baskın olduğu yerlerde bu mücadele elbette daha zor olabilir, ancak imkânsız değildir. Toplum olarak kadınları desteklemek, onların eğitimine, istihdamına ve sosyal hayata katılımına daha fazla alan açmak hepimizin sorumluluğudur. Gerçek güç, korkulara sığınarak değil; değişime açık olup, birlikte ilerleyerek kazanılır. Güçlü kadınlar güçlü toplumlar yaratır ve bu, hepimizin yararınadır.