Herkes mutlu olmak istiyor. Hiçbir bedel ödemeden mutlu olmak istiyor insanlar. Özellikle de genç nesil. Para olsun, aşk olsun, buzdolabı hep dolu olsun, yediğim önümde yemediğim arkamda olsun, her çağırdığım gelsin istiyor. Tecrübe ile sınanmadıkları için onlarınki biraz daha masumane istekler. Her çağırdığı zamanla geliyor elbette ama bunların arasında hüzünler, ayrılıklar, hasretler, hastalıklar, yalnızlıklar, reddedilişler, küskünlükler, kızgınlıklar ve en gerçek olan ölümler.
Uzun bir gün ve akabinde uzun bir yol boyunca hiç tereddütsüz bütün insanların yüzüne dikkatle baktım. Hiç ama hiç kimse mutlu değil. Yaş ortalamasına vurduğumuzda yaşlılar fazlaca bedel ödemiş olmanın pişmanlığı ile göz kapakları çökük, orta yaş grubu hala ve hala vazgeçmeden birilerini memnun edebilmek kaygısıyla dünya meşgalesindeler ve bedenler yalan söylese de gözler yalan söylemediği için zihinlerinde pıhtılaşan yorgunluk bakışlarının özünde görünüyor. Yeni nesil için geleceğin bir önemi yok! Günü yaşamak istiyorlar, “iyi de yapıyorlar”. Yeni nesilin çizgisinde yürüyebilmek için yeniden dünyaya gelmek isterdim. Bu yüzden onları aşırı akıllı ve zeki buluyorum. Geçmişle geleceği buluşturduğumda yapılan ve ömre bedel olan hiçbir fedakârlık karşılık bulmamış. Yüzlere çizilen haritalar yolların değil yılların, acıların, hatıraların, kederlerin en önemlisi de pişmanlığın izleri. Bir tane daha ev, bir tane daha arsa derken asla geri dönüşü olmayacak yılların ne kadar da ötesine geçtiğimizi ancak iki büklüm olduğumuzda anlamış olmamız ve aslında gözü doymazlığın mal üstüne mülk yığmanın ne kadar da önemsiz olduğu gerçeği suratımıza sert bir tokat olarak geliyor.
Kardeşi kardeşe düşman etmek için biriktirilen ve bedel olarak bir ömrü feda ettiğimiz mülkler biz öldükten sonra bir an önce paylaşılmak için yok pahasına elden çıkarılıyor. Neden mi? Çünkü bedelini ömrünle ödediğin bütün varlıkların için bedel ödemeyenler hayal kuruyor, hatta bir an önce ölüp gitmeni bile temenni ediyorlar. “Ehline düşmeyen sevda gibidir paylaşılmak için kavgalar verilen miras”.
Hiç kimse mental yorgunluk çekmek istemiyor, direk dümdüz mutlu olmak istiyor. Hiçbir çaba vermeden mutlu olmak sadece hayvanların doğasında vardır kaldı ki, onlar bile karınlarını doyurmak için yoğun bir çaba harcıyorlar.
Geçmez sandığımız bir acının sonsuza dek sürmediği gibi hiçbir mutlulukla sonsuza kadar sürmüyor, buna rağmen bulutların üzerinde gezmek istiyor insanlar. Bulundukları yer gecekondu olsa da hayaller Paris bu yüzdendir ki cehalet aldı başını gidiyor. Hiç kimse bir adım ötesini görmeden yanı başındakini gönül rahatlığı ve olanca pişkinliği ile aldatabiliyor, ünlü veya ünsüz. Ciddi anlamda insanlık çığırından çıkıyor ve dünya gözlerimiz önünde can çekişiyor. Konumu, kariyeri ne olursa olsun hastalıklı bir ruha sahip olduklarını kabul etmeksizin arkasına sığındıkları tek yalan, mutlu olmak istiyorum. Öyle bir dünya yok! Mutlu olmak istiyorsan emek vereceksin, vakit ayıracaksın, sevdiklerini gözünden sakınacaksın. Gözünden sakınmaktan kastım hastalık derecesinde kıskançlık değil elbette, sadece ama sadece dürüstlük. İnsanın güveni bir kere sarsılmaya görsün, çatlak bardaktan nasıl ki bir daha su içilemiyorsa sarsılan güvenin de tamiri asla ve asla mümkün değildir. Aynı hatayı defalarca yapacak bir karaktere sahip olan insanlara bir şans daha verilmesini de asla anlamayacağım. İkinci bir şansın üçüncü hatayı beraberinde getirdiğine defalarca tanık olmuştum. Mutlu olmak tamamen karakteristik bir özelliktir, Dürüst insan zaten mutlu insandır. Vicdanı tamamen ak ve paktır.
Gözleri fırıldak gibi dönen sinsi insanların, mutluluğu kaçamakta, hovardalıkta, yalanlarda, riyakarlıkta, ihanette, çıkarcılıkta, para ve çılgınlıkta zannetmeleri çok doğal, böyle insanlar aynanın gösteren yüzünü kendilerine asla çevirmezler ve gerçekten mutlular, ayakları yerden kesik yaşıyorlar. Ve en önemlisi en yüksek ses de bu insanlardan çıkıyor. Gel gelelim bu mutlulukların sonu yakıtı tüketen uçak gibi öyle hızla yere çakılıyor ki, bu tip insanlara beter ol diyesi geliyor insanın ve asla yardım elini hak etmiyorlar. Beden ve zaman bedel olarak verilmedikten sonra asla mutluyum diyemeyiz, “çünkü zaman boşluk kabul etmiyor”. Hurdacı hurdadan anlıyor, sarraf altından. “Ne diyorduk, acıdan geçmeyen her insan biraz eksiktir.”